18 Şubat 2015 Çarşamba

kız çocuğu






En çok sorduğum sorunun "neden?" olmasının anlamı ne?
Bir şeyler ters gidiyor. Anlamakta zorluk çektiğim bu kadar çok şeyin olması etrafımda, doğal mı?
Ya bende bir sorun var, ya da çevremde.

Neden? sorusunu kendi kendime sorduğum ilk anımın bende hayal kırıklığı ve çaresizlik duygusu yarattığını hatırlıyorum.

Mahalledeki tek ya da iki katlı evlerin müteahhite verilerek karşılığında üç, beş daire artı iki dükkan alındığı zamanlardı. Biz; babamın her bahar hafta sonlarında,toprağını çapalayıp çiçeklendirdiği bahçe içinde, geniş balkonlu, büyük camlı ferah evimizde oturuyorduk. Kardeşim bu evde, ben ise yanımızdaki eski evde doğmuştum. Bu evin temelinde oynadığımı hatırlıyorum. O zamanlar temel için kazılan devasa çukurlar yoktu. Onun yerine labirente benzeyen, iki metre boyunda ,evin planını andırır çukurlar kazılırdı. İnşaat alanları mahalledeki çocukların oyun alanıydı tehlikeli olmasına rağmen. Ayağıma az çivi batmadı buralarda tokyolarla atlayıp zıplarken. Yine de korkmazdım. Annem, babam da korkusuzdu o zamanlar.

Göğüslerimin belirginleşmeye başladığı günlere kadar, annemin bayramlarda dikip bana giydirmeye çalıştığı süslü elbiseleri saymazsak erkek çocuktan farkım yoktu. Ne yaşamımda, ne de oyun seçimlerimde dayatma yoktu ailemde. Kızlarla evcilikte oynardım, bisikletimi baştan aşağı söküp tamir de ederdim bahçemizde. Böylesi renkli ve özgürdü benim çocukluğum. Herkes koşulları elverdiğince oyalanacak bir şeyler bulurdu tatillerde. Kimi zaman bakkal Abdullah olur; boş boya kutularından yaptığım terazilerde evde fasulye, pirinç tartardım, kimi zaman da tuhafiyeci Nuray olurdum annemin dikiş kutusundaki eski düğmelerle.

Ancak büyümek kaçınılmazdı, yaşıtlarımdan daha geç olmasına rağmen kadınsı hatlarımın belirginleşmeye başlaması da. Bunu pek çokları gibi üzülerek değil, heyecan ile karşılamıştım başlarda. Ta ki bu yeni görüntüm nedeniyle önceden çok doğal kabul ettiğim bazı özgürlüklerim kısıtlanmaya başlanıncaya kadar.

Evlerde telefon olmadığı zamanların birinde bakkal Abdullah yan arsadan seslenerek bana telefon geldiğini bildirdi.Şaşırmıştık. Evde onca büyük insan dururken beni kim arardı?

Koşarak aşağı inip, bakkala gittim. Telefon ahizesi , tezgahın üzerinde yan yatmış beni bekliyordu. Merakla elime aldım. "Alo!" Karşıda kimse yok gibiydi. Neden sonra kısık, çekingen bir erkek sesi geldi kulağıma. "Buket hanımla mı görüşüyorum?" Şaşkınlığım iyice artmıştı. Bana hanım diye seslenen bir erkek.

Kalp atışlarım hızlandı. Kendini tanıttı sesin sahibi, devrik cümlelerle. Karşımızdaki inşaatı yapan müteahhitin oğluymuş. Koca adam. Benden nereden baksan on beş yaş büyük. Evdeyken ne zaman başımı çevirsem göz göze geliyoruz. İnşaatın ikinci katından sık sık beni izlerken yakalıyorum onu. Aramızda sadece bir sokak genişliği kadar mesafe var. Ben genelde evde balkonda ya da tüller açıkken ön odada rastlıyorum bu bakışlara. İlk fark ettiğimde  görmezden gelmiştim. Zamanla ilgimi çekmişti. Bazen çıplak yakalanmışcasına utanıyordum. Çirkinin teki diyerek tülü hızla kapatıyorum o bakarken. Sonra da merak ediyorum, hala orada mı diye. O yaz tatilinde yeni bir oyun keşfetmiştim kendime.

Sırrımı kimseye söylemedim. Sessiz kalmakla, onun sırrına da ortaklık etmiş oluyordum. Sokaktaki kızlı erkekli yaşıtlarımdan bir kademe yukarıda hissediyordum kendimi bu sır ile. Hatta oğlanlarla dalga geçiyordum içten içe. Pis sümüklüler. Onların ise ruh dünyamdaki değişimden haberleri yoktu. Kızlar büyüyüp serpildikçe daha kızsal oyunlara merak sarmışlardı. Bense bisikletin tamiriyle, müteahhitin benden hayli büyük oğlunun anlamlandırmaya çalıştığım ilgisi arasında iki arada bir derede kalmıştım. Kız olduğumu fark etmek ama fark ettirmemek, fark edildiği an da erkek gibi görünmeye çalışmakta zorlanıyordum. Çünkü aklımın bir yanı, kız olduğumu kabul ettiğim an başımın derde gireceğini biliyordu.

Ne yalan söyleyeyim;"evet benim " derken , o inatçı, arsız bakışların ardından bir görüşme , arkadaşlık teklifi geleceğini aklımdan geçirmiştim. Kafamdan olumsuz bir cevap hazırlamak üzereyken,  "sizden bir ricam olacak" dedi. Sustum ve bekledim. Uzun süren bekleyişin ardından tekrar konuşmaya başladı. "Ben,  Serap hanıma bir mektup yazdım, onu kendisine verir misiniz  diye soracaktım."

Serap hanım dediği, sokakta birlikte oynadığım Serpil'in dört yaş büyük ablası. Rahatlamıştım ama biraz da hayal kırıklığına uğramıştım. Peki ya o sürekli bakmalar falan neydi? Hanımlığım buraya kadardı. Sadık , küçük postacı kız olacaktım o mektubu götüren. O gün adını koyamadığım duygu aşağılanmaydı. Bunun adını koyunca , bugün babamın niye o kadar kızdığını daha iyi anlıyorum.

Bir yandan yalvarır gibi, diğer yandan dünyanın en doğal şeyini ister gibiydi telefondaki ses. Bunu yaparsam bana çok minnettar kalacakmış da, çok yardımcı olacakmışım da... Ne istesen yaparım ya da alırım cinsinden bir rüşvet de var mıydı işin ucunda, şimdi onu hatırlamıyorum. Bir ara sustu. Belli ki cevabımı bekliyordu. "Yapamam, babam çok kızar"  diyerek kestirip attım ve cevabını beklemeden telefonu kapattım. Bakkal Abdullah merakla beni izliyordu. Onunla göz göze gelmekten kaçınarak koşar adım bakkaldan çıktım. Doğru eve...

Evet işin aslı rahatlamıştım. Acaba mı diye bile aklımdan geçirmeyeceğim bir teklifti adamın ki. Benimle  de ilgisi yoktu ayrıca.

Eve adımımı attığım  an, babam karşıma dikilip sorguya başladı. "Kimmiş? Ne istiyormuş? Neeee! Ne cesaretle? Seni ne sanıyor?" Babamın tonu arttıkça, benim tonum düşüyordu. Bir süre sonra sesim duyulmaz oldu. Evin merdivenlerini birer ikişer atlayarak karşı binada soluğu alan babamı camda , tülün arkasından gördüm. İnşaatı yola birleştiren kalasın üzerinden hışımla geçerek, müteahhit hacıyı aramak üzere gözden kayboldu sonra. Olay benim boyumu aşmıştı.

Ne konuştuklarını bilmiyorum. Ancak o günden sonra, beni uzaktan sürekli izleyen gözlerin sahibi ortadan kayboldu. Sanki buharlaştı birden. Korkum geçmişti, merak ve heyecanım da. Çocukluğun geride bırakma hızına hep hayran kalmışımdır. Tek sorun, yaz tatilimin sayılı on beş günününde evden dışarı adım atmayacağıma dair babamın parmağını yüzüme sallayarak verdiği direktif idi. Bunu söylerken öyle sert, öyle buyurgan baktı ki gözlerime, soramadım "neden?" diye. Hele beni izlediğini söyleseydim neler olabileceğini bilmiyorum.

Hafızamı zorluyorum şimdi, hatırlamak için. Bu cezayı hak ettiğimi içten içe düşünmüs müydüm? Sanırım evet. O zamanlar bana böyle bir teklifin gelmesinde küçük de olsa karşı tarafı cesaretlendirecek bir payım olmuştu. Bunu karma karışık, yeni yetme duygularımla bile anlamıştım. Evde büyük olay çıkarmadan on beş günün geçmesi beklememe neden olan bu suçluluk duygusuydu.  Aksi taktirde tabiatıma aykırı bir davranış olurdu bu. Haklı olduğuma inandığım olaylarda sesim de, sözüm de boldu. Manasız yasaklamalara tahammülsüzdüm yalnızca. Artık sen bir genç kız oldun dedirten görüntüm ile ilgili değişimler, davranışlarımı kısıtlamama neden oldukları için hoşuma gitmiyorlardı.

Erkek kardeşlerim için değişen bir şeyin olmaması, kızgınlığımı daha da arttırıyordu. Ağabeyim, annem ve babamla benim aramda tampon bölgeydi. Çoğu, büyümenin getirdiği hayal kırıklığı, birazı da ergenlik asabiyetinden, yerli yersiz ağlayan, bağırıp çağıran, her söylenene itiraz  eden bir tip olup çıkmıştım. Her zaman üzerimde sakinleştirici etkisi olan, tanımakta olduğum bu yeni dünyada kızlarla erkekler hakkındaki kendi deneyimlerini benimle paylaşarak önüme ışık tutan ağabeyim, rol modellikte babamın önüne geçmişti. Babamı anlamam yıllarımı alacaktı.

Sert ve disiplinli bir adamdı babam. Ama benimle konuşurdu da aynı zamanda. Ben söz konusu olduğumda ortaya çıkan cinsiyetçi yaklaşımlarını, benim dışımdaki  kimseler için sergilediği demokratik yaklaşımlarla örtüştüremezdim bir türlü. Erkek arkadaşım olması konusunda tam anlamıyla maço kesilir, buna karşın ben başta tüm kadınların kendi ayakları üzerinde durmaları için okumaları ve çalışmaları gerektiğini savunarak beni hayrete düşürürdü. Kocamın olmadığı arkadaş toplantılarına katıldığımda , "bana ters ama sen işini bilirsin kızım" diyerek kendisine rağmen çevresi için değişimin kaçınılmaz olduğunu kabullenmeyi bilmişti. Bana her bakışında tipim de annemi, huyum da kendisini gördüğünü hissediyorum. Beni kucağına aldığı ilk an kendisiyle bu kadar atışan, iddialaşan bir kız olacağımı ummamıştır her halde. Bilseydi ,eminim yine de bu ismi koyardı bana .

Büyürken en çok şu iki cümleyi işittim babamdan:
"Annen; kızım benim gibi olmasın, hakkını savunsun dedi de, bu kadar olacağını beklemedi."
"Kızın olsun seni de göreceğim, onunla baş edemediğin anları izleyip keyfimden güleceğim."

Babamı kızımla ilgili keyiflendirdiğim günler oldu elbet. Ondört, onbeş yaşlarındayken gitmek için tepindiği metallica konserlerinin kapısında gece üçlere, dörtlere kadar onu beklediğimiz anlarda, günlerce surat asıp odasına kapandığında hep babamın kulaklarını çınlattım. O da inatçılık, kararlılık gibi dominant huylarının nesilden nesle taşındığını görüp keyiflenmiştir muhakkak.

Geçmişimden öğrendiklerimin üzerine, kendim de bir şeyler katarak büyüttüm kızımı. Onun da şansı, babamı aratmayacak kadar alakalı bir babaya sahip olmaktı. Bir de zaman itibariyle bana göre daha hoş görülü bir ortamda doğmuş olması. Arkadaşlarını tanımak istemek, gideceği yerleri, dönüş vakitlerini öğrenmek dışında konulmuş fazla bir kural yoktu onun için. Yaşı büyüdükçe özgürlük sınırlarını genişlettiğimiz kız çocuğu, daha küçükken bile politik davranarak bildiğini okuyordu zaten. Bunu sonraları, kendisi anlattığında öğrenecektik.

Kızım büyüdü. O büyürken bizi de büyüttü. İçinde iletişim olan ilişkiler, karşılıklı büyütüyor insanı.

Çocuk yetiştirme konusunda karne verilmiş olsaydı , benim karnem pekiyilerle dolu olurdu diye düşünürdüm. Ta ki bir gün kızım geçmişten bir hikaye anlatıncaya kadar.

Orta okul yıllarında bir gün okuldan eve dönerken peşine bir adam takıldığını fark etmiş. Koşar adım apartmandan içeri girmiş. Otomatik kapı kapanmadan adam da arkasından. O sıralar çalıştığım için evde kimse yok. Telaşla anahtarını çıkartıp evin kapısını açmış. İçeri girip , tam kapıyı kapatacakken adam yetişip kapıyı tutmuş. Nasıl biriydi diye sorduğumda, "kocaman, iri yarı, saçlı, sakallı korkunç biriydi, sürekli konuşuyordu bir de, o kadar korkmuştum ki adamı var gücümle ittim, geriye sendeledi, o anda kapıyı üzerine kapatıp, kilitledim, kapının arkasında tirtir titrerken, o inatla zili çalmaya devam etti, uzun uzun çaldıktan sonra, gözetleme deliğinden baktım, gitmişti" dedi.

Hikaye tüyler ürperticiydi. Üzerinden onca zaman geçmesine rağmen , aklımdan geçen kötü senaryolardan hala etkileniyorum. Ya öyle değil böyle olsaydı... Bugün olmuş gibi çıkışıyorum ona,
"niye bizi aramadın? neden hiç bir şey söylemedin? yalnız başına akşama kadar korkmadın mı?

"Korktum ." diyor."Neden söylemedin peki?" diye tekrar soruyorum. "Söylesem beni özgür bırakmazdınız ki..."

Babam geliyor aklıma.