30 Eylül 2010 Perşembe

kova, kürek



Sana bakıyorum ey İstanbul
karşı kıyıdan,
darılma ama hiç de haşmetli görünmüyorsun buradan.

Haberin bile yok, bir öğle vakti
kapıp gizli bölmemde sakladığım
kovayla küreği,
çok uzağa değil meraklanma,
kuş uçuşu bilmem kaç dakka,
adaya, adaya...

Boşuna el etme, göz kırpma oradan,
keyfim gıcır, üstüm başım kum içinde,
el sallıyorum, hatta sana nanik yapıyorum buradan.

Camdan seslenip beni çağırma anne,
sesim yüksek diye bana bağırma anne,
oyunum daha bitmedi, henüz dönme vaktim gelmedi.
Son vapur gece vakti...

26 Eylül 2010 Pazar

UNUTMA!


49 yıl önceydi altın harflerle yazdık,
Tarih sayfalarına, kahramanlık destanı.
Silahsız, cephanesiz,aç,susuz, ilaçsızdık,
Sarsılmaz bir imanla kurtardık bu vatanı.

O gün bütün dünyaya aslan gibi kükredik,
"Ya istiklal, ya ölüm" andımızdır bu dedik,
Zincirler kırıldıkça bayrak,bayrak yüceldik,
Birer meşale olduk aydınlattık her yanı.

Erkek, kadın ve çocuk , hepimiz bir vücuttuk,
Kederde neşede bir, kaderde de bir olduk,
Bizden olmayanları vatanımızdan kovduk,
Kapı dışarı ettik bizi satan sultanı.

Ankara'dan Ege'ye bir yıldırım hızıyla,
Sürdük hain düşmanı, döktük ordan denize,
Kurtuldu Anadolu kadınıyla kızıyla,
Neşeler doldu o gün üzgün gözlerimize.

Unutma! O günlerde akıtılan kanları,
Unutma! Seve seve feda olan canları,
Unutma! Bu toprakta bizler için yatanı,
Unutma! Bu günleri bize veren Ata'nı.

"kızıma..."
28.Mart.1969

Bu şiiri 1970 yılında okulun Cumhuriyet bayramı
töreninde büyük bir kalabalığa okudum.
Babam ve ben müthiş alkış aldık.
Sevgili babam için...

20 Eylül 2010 Pazartesi

radyo


Hani hep yakınırız ya; bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ülkemize geç girmesinden... Radyoculuk açısından durum tam tersidir oysa. 6 Mayıs 1927’de, dünyayla neredeyse aynı anda başlar Türk toplumunun radyo serüveni. 1 Mayıs 1964’de TRT’nin kurulmasıyla da yepyeni bir ivme kazanır.

Bugün TRT Radyoları; kamu yayıncılığı sorumluluğu, tarafsız ve ilkeli yayıncılık anlayışı, doğru ve güzel Türkçesi, haber, bilgi, eğitim, kültür, müzik, eğlence içeriğiyle; ülkenin her köşesine, toplumun her kesimine seslenmektedir.

(http://www.trt.net.tr/Kurumsal/RadyoTanitim.aspx)
...........................

Yıl 1967, aylardan eylül, günlerden en önemli gün,yani benim okula başlayacağım ilk gün. Sevinçli olmam gerekirken ağlamaktan yorgundum, burukluğum ise bir önceki akşamdan kalmaydı. İlk kez o pazar akşamı abimsiz sofraya oturup yemek yemiştik. Bu bizim evde olağan sayılmazdı, babamın kesin kuralıydı çünkü; yemek saatinde herkes aynı anda sofraya oturmalıydı. Abim istanbul Erkek Lisesi sınavlarında başarılı olarak babamı çok gururlandırmıştı. İstanbul'da oturmamıza rağmen daha yaşı küçük, yollarda telef olmasın diyerek ilk yıl yatılı okumasına karar verilince, okulların açılmasına bir gün kala yerini görmek, eşyalarını yerleştirmek üzere ailecek yola koyulmuştuk.Ve henüz 11 yaşında küçücük bir çocuk olan abim metin durmaya gayret ederek cüssesinden yüz misli büyük demir kapının ardından el sallayıp bizi uğurlamıştı.Olaylar hafızamda kopuk kopuk yer almasına rağmen, duyguları bu günkü gibi net hatırlıyorum. Akşam yemeğinde; nasıldır, ne yiyordur, yanına verdiğimiz yemeklerden yemiş midir, yatmış mıdır şimdi? gibi soruları annemle babam birbiri ardına sıralarken ben sus pus sandalyemde oturmuş onları dinliyordum. Lokmalar ağzımda büyüyüp yanaklarımı şişiriyorlar, yutmaya çalıştıklarım ise birer yumruk olup canımı acıtıyorlardı. Babamın "yesene kızım, sen neden susuyorsun" sorusuyla birden boşaldım aynen zembereğinden boşalmış bir saat gibi. İçimden kopup gelen ağlama seli , göz pınarlarımdan yaş olup fışkırıyordu adeta. O gece çok zor uyumuş olmalıydım. Bir yanda okullu olma heyecanıyla, diğer yandan da abimin yokluğunun çocuk aklımı büktüğü gerçeğiyle başetmeye çalışarak.

İlk ayrılık acısını 6 yaşımdayken böyle tatmıştım ben. Aynı çocuk aklım abimin ayrılığını okulla,başarılı olmakla, çok çalışmakla bütünlemişti. Hem gururlu hem de üzgündük. Demek ki başarı gerekli ve güzel bir şeydi ancak buna varmak için gidilen yol sancılı olmak zorundaydı. Bu yolda fedakarlık, yoksunluk, gerektiğinde özlem,hasret, mutlu son içinse beklemek ve hep beklemek vardı. İşte böyle...

Kalp ne kadar küçükse, yokluğun yarattığı boşluk o kadar büyük oluyor. Benim küçük kalbimdeki büyük boşluğu ise evdeki radyo doldurmuştu.

Bildiğim ilk radyomuz buyuk ahşap kasalı, biri acma /kapama ve ses ayarlamaya, diğeri istasyon bulmaya yarayan iki koca siyah düğmesi olan, istasyonları gösteren cam panelinden dışarı vuran parlak ışıkla odayı aydınlatan, sır bir aletti.Radyonun sırrı; sürekli sesli, neşeli,eğlenceli ve içi yararlı bilgi dolu yabancı bir dünyanın , nasıl olupta bu boyutta bir aletin içine sığıp bizim eve gelebildiğini anlayamamamdandı elbette. Biz o dünyanın sessiz dinleyicileriydik ve hiç görmediğimiz o dünya insanlarının hayal dünyamızda ete kemiğe bürünmelerini izlerdik. Radyonun sırrı, abimin mekanizmayı bir şekilde öğrenip bana anlatmasıyla son bulacaktı ilerleyen yıllarda. Ve biz tatillerde istasyon arama düğmesinin kulağını biraz fazla büktüğümüz için her koparttığımızda babamdan azar işittiğimiz ipin nasıl tamir edildiğini de öğrenecektik aynı zamanda.

Benim gibi radyo kuşağından olup da perşembe akşamları yayımlanan "radyo tiyatrosu" nu ,hafta içinde her sabah annemin takip edip akşam babama en ince ayrıntısına kadar anlattığı "arkası yarın" ları, "orhan boran ve yuki" yi, sabah okula gidiş saatlerime rastlayan "toprağın sesi" programını duymayan, duyduklarından bir şeyler öğrenmeyen hiç kimse yoktur herhalde canım ülkemde.
.........................
Sözünü ettiğim radyo yaz başından bu yana benim evimde duruyor. Çalışıp çalışmadığını anlamak için fişini prize takıp denemek istedim, ancak fiş öyle eskiydi ki evdeki hiç bir prize uymuyordu.İptidai koşullarda başka bir fişle değiştirip tekrar denedim.
Düğmesini çevirince "klik" diye bir ses duyuldu ve bu ses bana tanıdık geldi. En azından alette mekanik bir problem yoktu. Ancak çalıştığını gösterir başka da bir şey yoktu, ne ışık, ne de bir ses. Kapatmak üzereyken hoparlörden tınlamaya eşlik eden bir cizirti geldi. Eğildim, iyice yaklaştım, daha iyi duyabilmek için kulağımı radyoya yapıştırdım. Ses arttı, tok bir vınlamaya dönüştü. Radyonun lambalı olduğunu unutmuştum, bunlar geç ısındıkları için geç açılıyorlardı. Tekrar ümitlendim.İstasyonları büyük bir sabırla tek tek geçtim. Ayar düğmesinin arkasındaki ikinci düğmeyi sonradan farkettim, bununla kanalları değiştirebiliyorduk. TRT I-II-III... Heyecanım artttı, doğru kanal ve istasyonu bulabilirsem radyodan anlamlı seslerin çıkacağından emindim artık .Ses arada bir homurtuya dönüşüyordu, sanki birileri konuşuyordu da çok uzakta olduğu için konuşmalarını anlayamıyordum. Bu bende yayının bugünden değil de, geçmişten geldiği hissini uyandırdı. O sırada Zeki Müren "sevgili şoför kardeşlerim, gözünüz yolda, kulağınız bende olsun" dese hiç şaşırmazdım. Sesin kaynağını bulabilmek için iyice yavaşladım. Artık istasyonlar arasında milim milim ilerliyordum. Ses gidip geliyor, şekil değiştiriyor, yokolmuyor ama anlamlı bir söze de dönüşmüyordu. Anlaşılan radyonun içinde hala bir hayat vardı, ancak bugün benimle buluşmaya niyeti yoktu.
Bu şekilde kulağım radyoya yapışık, elim düğmede ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, keskin ısınmış bakalit kokusuyla kendime geldim. Aleti daha fazla zorlamamaya karar vererek kapatıp, fişini çektim.

19 Eylül 2010 Pazar

an'lar


Hepimizin hayatında en az bir kez,"yaşadığıma değdi" ya da "şu an ölsem de gam yemem" dediği anlar olmuştur.Benim oldu, hem de bir çok kez.
Yaz sonunda, marmara ereğlisi sahillerinden belki de senenin en güzel batan güneşini uğurladık bir kaç arkadaşım ve ben.
Hep bir ağızdan "ya meşk! içinde harap ol, ya aşk içinde gönül" eşliğinde... :)

26 ağustos 2010

17 Eylül 2010 Cuma

sahaf


Bugün mutlu , bugün barışıktı tüm dünyayla , hepsinden önemlisi kendisiyle.
Hediye gibi gelivermişti huzur , durduk yerde , nedensiz. Bahardandı belki de , sımsıcak apaydınlık bir hava vardı dışarda. Gözleri yeni görüyormuşcasına, cevreyi merakla ve büyük bir açlıkla tarıyordu . Yollar , yürüyen insanlarla doluydu , ondan habersiz , kim olduğunu bilmeden yanından geçip gidenlerle . Çoğu zaman bu ona çok yalnız hissettirirdi kendini , ama bugün bir başkaydı içi. Umutlu , hedefi olan insanlar gibi heyecanlı,yeni bir şey olmasını bekler bir hali vardı. Mucizevi ; hayatının sakin , durağan, kendi kıvrımlarındaki akışını değiştirecek yeni bir sapak çıkacaktı karşısına biliyordu , hissediyordu.
Gözucuna bir dükkan iliştiğinde önünden geçip gidiyordu neredeyse. Tam beş on adım geçmişken , geri döndü , camın önüne dikildi. Vitrinde bir sürü eski yüzlü ,çeşit çeşit , renkli resimleri ve yazıları olan kitaplar duruyordu. Kitapeviymiş diye geçirdi aklından , aradığı bir kitap varmıydı diye zihnini yokladı. Aklına gelmedi, yine de içeri girmek istedi sıf meraktan ,sırf değişiklik olsun diye. Biliyordu bir yerde bir şey olacak , neden burası olmasındı ? Hiç bir şey düşünmeden, ne söyleyeceğini planlamadan girdi içeri. Sadece burnuna çarpan kokudan dolayı bile kendini bu kararından dolayı kutladı. Bugün seviyordu ya kendisini, ne yapsa ödüllendirecekti. Duvarları yüksek , loş , serin , belki binlerce, milyonlarca kitabın raflarında kendilerini isteyenler için hazır bekletildiği , belki de beklediği bir dükkandı burası. Sahibi yok gibi , oyuncak evi gibi. Dokunmaya çekindi , gözleriyle bakıyordu ne aradığını bilmeksizin , eline almak için içi gide gide. Köşeden biri çıktı , dükkanın arka köşesinden . Buranın sahibi idi besbelli. Üst üste yığılı kitaplardan yapılma köşe ofisinde , bekleyen , beklediğini hiç belli etmeyen , hatta doğru yerdemiyim diye insanı kendinden şüpheye düşüren, çatık kaşlı , kır bıyıklı , orta yaşlı , orta boylu , bıçkın sahaf.
............................
Dışarının sıcak ve boğucu havasına karşın dükkanın içi serindi. Sabah kapıyı açarken , bugünün , herzamanki sıradan günlerden biri olacağını bilerek adımını atmıştı içeri. Raflara göz attı gayri ihtiyarı , herşey bir önceki akşam bıraktığı gibiydi. Akşam kapatıp gitmeden önce , eğer satılan kitaplardan boşalan yer olursa ki , bu sık rastlanan bir durum değildi , üst kattaki arşivinden , boşalan türün bir benzerini alır ve ilgili rafa koyardı. Bu her zaman tekrarlanan bir ayin gibiydi onun için . Hepsinin yerini tek tek bilir , çok gerekmedikçe bilgisayara bakmazdı , ama bazen öyle garip istekleri olurdu ki müşterilerinin ... Kitapları raflarda ; kendi yerleştirdiği biçimde , meraklı ve gerçekten kendilerini almak için uzanan ellere hazır bir biçimde bekliyorlardı . Hikayelerin arasına gerilim , mizahın yanına bilim kurgu , karikatürün yanına bilimsel kitapları asla koymazdı , her türün kendi arasında bir dayanışması olduğunu , birbirlerini tamamladıklarını düşünürdü kendince. Yerlerini değiştirmek, bu dayanışmayı bozmak gibi gelirdi ona.

İşte bu yüzden müşterilerine rahat vermezdi hiç , sevgiliyi sakınırcasına kollardı kitaplarını. Duvarlara yazdığı uyarı mesajları ile insanları ürkütüyor olmayı hiçmi hiç umursamazdı. Düşünürdü ve sanırdı ki böyle yaparsa , kıymet bilmezlerin elinde heder olmazlardı.
Hele hele, geçici bir heves uğruna alınıp da daha kapağı bile açılmadan, kokusu bile duyulmadan rafa kaldırılma ihtimali çok sinirlendirirdi onu. Gerçekten isteyeni gözünden tanırdı , sorularından bilirdi. Onun kitapları , bu sıralar en çok okunanlar listesinde olduğu için , ya da elde tutulup hava atmak için değil , gerçekten istendikleri için , çok arandıkları , bulundukları andan itibaren tadına vara vara okunup , sonra tekrar , bir tekrar daha sayfaları çevrileceği için vardı .Ve kitapla müşterinin buluşma anında , sessiz bir söz verilirdi sahafa ; “ona iyi bakacağımdan endişen olmasın.” Sahaf her bu sözü aldığında , umuda kapılırdı. Dünyada ; saklı kalmışları , üstüne zamanın tozu konmuşları, unutuldukları yerden çekip çıkaran insanlar hala var diye.

Açık kapısından bir müşteri girdi içeri. Hiç acele etmeden , izlemeye koyuldu onu. Dükkanın, üst üste konan kitaplarla sığınağa dönüştürdüğü arka köşesinden . Kimbilir ne arıyor diye geçirdi aklından. İlk cümlesini tahmin etmeye çalıştı. Meraklı ama ne aradığını bilmeyen bir hali vardı. Geçerken uğramış gibi , sıcaktan bunalıp buraya sığınmış gibi. Sevmezdi böylelerini. Umudu kırıldı . İstemeye istemeye köşesinden çıkıp , kadına doğru gitti. “Ne aramıştınız?” . Dalgın dalgın cevap verdi kadın “bakıyorum” . “Bunlar bakılık değil” demek geldi içinden , kendini tuttu. Nazik olmaya çalışıyordu. Köşesine geri çekildi , gereksiz ellemese bari diyerek. Kadının ürkek elleri kitapların üzerinde geziniyordu , hiç birine tam olarak dokunmadan . “Oskar Wilde , Jules Verne’nin çocuk kitapları var mı ?” diye durduğu yerden köşeye doğru seslendi. Sahaf , sıkıntılı sıkıntılı yerinden kalkıp geldi ve tezgahın altından, çevirisi yeni , çocuk anlar diyerek “Denizler altında 20.000 fersah” kitabını çıkardı. “Borcum ne?” diye sordu kadın , “bu bedava , ben çocuk kitabı satmam , biri gelmiş koymuş buraya ” dedi sahaf kayıtsızca. Kadın bakınıyordu hala , gitmek istemez bir hali vardı. “Sait Faik ‘in hikayeleri bulunur mu?” diye sordu sonra . İlgisini çekti sahafın. Bu zamanda pek aranmazdı çağdaş edebiyat yazarlarından başkası. Eski dostlar hatırlanır mı olmuştu ? Yüzündeki ilgili ifadeyi farketmiş olsa gerek ki , kadın devam etti. “Ben hikaye yazmaya çalışıyorum , daha doğrusu bir kaç denemem var” dedi çekinerek. Daha bir ilgisini çekti .
“Gönderiyormusunuz bir yerlere?”
“Hayır , sadece yazarım , bende durur.”
“Kim bilecek ki sizi?”
Kadın mahçup , utangaç gülümsedi. Yanlış bir şey söylemekten korkar bir hali vardı. Cesaret vermeye çalıştı sahaf , “size bir çay söyleyeyim” konuşma devam etsin istiyordu.
“Ben öyle herkese satış yapmam , herkesle de sohbet etmem” . Duvardaki yazıları gösterdi. Ne istediğini, ne aradığını bilmeyen , meraklı ellerine hakim olamayan müşteriler için olan yazılarını .
Kadın güldü yine , bir şey söylemedi. Kadının sessizliğini , bilgeliğine , anlayışına verdi bu onu rahatlattı. Kendini anlattı , kitaplarını anlattı , kadını dinledi. Bir dönem , aynı dünya manzarasına bakmış iki insan, benzer üniversite anıları , benzer korkular ve güvensizliklere rastladı konuştuklarında. Özele girilmeden , birbirlerinin isimlerini bile sormadan kurulan bir sohbet ortamı , kendiliğinden gelen . Çaylar bitti , yeni sigara siparişi bile verildi . Bir kaç müşteri geldi , gitti. Sohbet hep kaldığı yerden devam etti. Kadın hep sedirin hemen kenarında , kalkar gibi oturduğu yerde. Telefon çaldı sonra. Kadın kalktı , adam telefona cevap verdi , çoşkuyla . Bir kart uzattı kadına , aldı kadın , hoşçakalın dedi arkasını döndü ve çıktı dükkandan.
................................
Sahaf , dükkanın demir kapısını açtı. Günlerden Cuma , hava biraz kapalı, hafifte rüzgarlı idi. Ürperdi azıcık , pek üşümezdi oysa. İçeriyi havalandırdı , raflara ve tezgahtaki kitaplara baktı. Her şey yine bıraktığı gibiydi. “Her gün aynı be” diye mırıldandı “ne bekliyorsun ki?”
Dükkanin arka köşesine doğru gitti , “keşke akşamdan küllükleri boşaltsaydım” diye düşündü , ne berbat kokmuştu . Eliyle havayı kovar gibi yaptı bir kaç kez. Bir sigara yaktı, telefona uzandı. “Mahir bir çay kap gel , hadi aslanım.” Bilgisayarın düğmesine dokundu ayağıyla, gürültülü fan sesiyle çalışmaya başladı alet. Siyah ekranda , beyaz yazılar aktı bir sure , sonra Windows logosu ve mavi ekranda “hoşgeldiniz” yazısı.İnternet bağlantısını tıkladı , bekledi. Mail kutusunun üzerine getirdi oku , sağ tuş iki kere tıkladı yine bekledi. Ekranda okunmamış mesajlar belirdi , isimlere göz attı çabuk çabuk. Tanımadık bir mail vardı üçüncü sırada. Tıkladı , bekledi........

6 Eylül 2010 Pazartesi

bayram

Bugun pazartesi, haftanın ilk günü olmakla beraber bir çok çalışan için ender olarak sevimli bir gün.
Bol tatilli, bayramlı seyranlı ülkemiz insanı arefe olan çarşamba gününden sonra mübarek ramazan
bayramını idrak edecek. Tatile gidenlerden pazar günkü refarandumu ciddiye alanlar tatillerini yarıda bırakıp dönecekler, evdekiler için ise durum daha rahat. Varsa büyüklerin ziyaretleri, yoksa mezar ziyaretleri, ardından denk düşerse dost arkadaş kutlamaları veee ilahi ev tembelliği.
Her ne kadar evde klasik bayram sabahı ritüelini yaşatma adına şekerleri hazırlayıp, erken kalkıp radyo ya da tv'deki oyun havalarını açacak olsam da , her yıl kendimde dahil tüm ev halkının çocukluğumuzdaki bayram ruhundan giderek uzaklaştığını üzülerek görmekteyim. Yapacak bir şey yok, hayat devam ediyor, insanlar ve alışkanlıkları değişiyor. Değişmeyen tek şey, değişimin kendisi...
Bayramınız kutlu olsun, cebiniz şekerle dolsun...

5 Eylül 2010 Pazar

çocuğumu büyütüyorum

Dün blogumun ilk günüydü. Sadece kendime bir blog edinebilmiştim. Tasarım konusuna nereden
gireceğimi bilmiyordum. Gece bir ara umutsuzluğa kapıldığımı söylemeliyim. Masa başında içime öyle bir fenalık çöktü ki, kalkıp blog fikriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan komşularımı arayıp onları arka bahçede scrabble oynamaya davet ettim.
Bugün blogumun yeni tasarlanmış halini görüyorsunuz. Bu konuda kendimden ummadığım kadar yol katettim, tabiki internetin sunduğu hizmetlerle, ancak ayrıntıları kendim oluşturarak.
Ancak tek bir sayfa standartına bağlı kalmaktan sıkılacağımı düşünüyorum. Bu yüzden hava koşullarına, mevsim değişikliklerine ve ruh halime bağlı olarak görsel unsurlarda yapacağım değişiklikler sizi şaşırtmasın .
Eski şablonumu görme fırsatı bulabilenler için;
Artık sayfama resim bastırmayı ve resim altı yorum yapmayı becerebiliyorum. Bu yüzden sonbahar yapraklarıyla bezenmiş sayfamı uçurmak zorunda kaldım. Resimler siyah fonda daha iyi duruyor. Kendi çektiğim resimleri paylaşmayı istiyorum bu yüzden en kısa zamanda evdeki fotoğraf makinesini kullanmayı öğrenmem gerekiyor. Çok işim var çok:))
Yine de uzun zamandır olmadığım kadar mutlu ve heyecanlıyım.

4 Eylül 2010 Cumartesi

acemi blogcu

Merhaba,

Şu an izlendiğimi hissediyorum ve bu beni geriyor. Umarım tanıdıklarımdan, dostlarımdan biri/birileri içimi dökme adına burada acemice yapmaya çalıştıklarımı izliyorlarsa, hoşgörülü
olurlar. Kafamda bu blogun şablonu, nereye gideceği, hedefi konusunda ne yazik ki hiçbir fikir yok.
Sadece paylaşma isteğim var. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, beni heyecanlandıran, umutlandıran ,
umutsuzluğa düşüren herşeyi paylaşmak.
En kötü başlangıç, hiç başlamamaktan iyidir savına sığınıyorum ve ilk paylaşımımı sanal aleme
gönderiyorum.

Tekrar merhaba....