29 Kasım 2011 Salı

kadın olmanın binbir türlü halleri




Kadın olmanın binbir türlü halleri var, benim anlatacağım bu hallerden sadece bir tanesi ve en trajikomik olanı…
Dün  karanlık bir hikaye yayınladım blogumda, okuyanlar bilir. Eminim içinizi kasvet bürümüştür , ama kasvet  ruhumuzda  zaman zaman yaşanan  bir ay tutulması anı. Bunu romantik bulmasam da, geçip gittiğinde ilginç gelir bana. Yine de hep daha komik bir şeyler yazmak isterken gidip efkarın dibine nasıl vurduğuma şaşıyorum her seferinde.  Öğlen yazdıklarım karanlık yanım ve öğlene kadar yaşadıklarımda öyle. Ancak gün içinde bir şey oldu sizin bilmediğiniz, ondan sonra herşey bana komik ve kabul edilebilir görünmeye başladı. İşte paylaşmak istediğim de bu değişimin öncesi ve sonrası  zaten.
Şimdi eminim aklınızdan çok farklı şeyler geçiriyorsunuzdur. Keyifli bir haber aldı, uzun zamandır görmediği birinden telefon geldi, hoş bir komplimanla karşılaştı, birine aşık oldu, biletine büyük ikramiye vurdu vb… Kafanızdan geçen ihtimalleri olasılık yüzdesine göre  büyükten küçüğe sıraladım.Hala birine aşık olma ihtimalinin, büyük ikramiye çıkma ihtimalinden kuvvetli olduğunu düşünmem kadın olmanın saflık derecesinde iyiniyetli  hallerinden biridir ki bu konuya  ayrı bir zamanda girmeyi planlıyorum.
Yok, öyle sandığınız  gibi bir şey değil benim başıma gelen, tabi ne olduğunu bütün açıklığıyla burada yazmayı hiç düşünmüyorum.  Sadece  etkilerinden  bahsetmek niyetim , siz anlarsanız o başka tabi sevgili kadın okuyucularım.
Sabah babamı hastaneye götürdüğümden bahsetmiştim daha önce. Hastane, Vatan caddesi üzerindeki  emniyet müdürlüğü binasıyla yanyana. Her iki binanın girişi , karşılıklı olarak dar bir  caddeye bakıyor.  Çift yönlü işleyen cadde,hem gelip giden hasta trafiğinden hem de  sıkı polisiye tedbirlerden  dolayı zaman zaman  tam bir keşmekeş . Her ne hikmetse ben de bu keşmekeşin yaşandığı  zamanlarda oradayım. Babamı kapıya bıraktığım ve kapıdan aldığım iki zaman diliminde de ortalık kıyamet,  onun dışında sütliman. Sanki birileri benim sabrımı sınamak istercesine üç dört saat arayla trafiği alt üst ediyor.
Güne hiç sakin başlamadım. Geceden beri devam eden nevraljik baş ağrım azalacağı yerde giderek artmakta.  Yol boyunca önüme atlayan, arkamdan sıkıştıran arabalara kibarca küfredip durdum. Babamın bu agresif hallerimden kendine bir pay çıkarıp üzülmesini  hiç istemiyorum ama  dilim ipini koparmış deli dana misali sürekli sağa sola laf yetiştiriyor.  Hastanenin çok uzakta olmasından, sabah sabah  içine düştüğümüz  köprü trafiğinden , daha yakın bir hastane bulamamış olmalarından, sürekli hastalık bahanesiyle kendilerini  kurcalatıp durmalarından şikayet edip duruyorum. Dura kalka ilerlediğimiz yol boyunca kendime sakin olmayı telkin çabalarım boşa gidiyor. Hastane önüne geldiğimizde babamları bırakıp çekip gitmek niyetim, en azından bir kahve içimi sürede kendi başıma kalmak. Onlara kolaylık olsun diye gidebildiğim kadar ileriye gittim  ve hastane kapısının hemen önünde babamları indirmeyi başardım. Tam dönüş yapıp geldiğim istikamette yol alırken  trafik sıkıştı. Karşı yönden ardı arkası kesilmeyen bir araba akınının ortasında kaldım. Hastane önündeki küçük alanda bir ileri bir geri hareket edip duruyorum. Tam burnumu çıkarıp ilerleyecekken bir araba daha görünüyor uzaktan, hooop geriye. Fırsatını bulup yakaladığım ilk boşlukta canhıraş yola koyulmuştum ki otuz metre ilerde bana doğru gelmekte olan arabayı farkettim. Bu sefer kararlıydım, asla geri gitmeyecektim. Hem arkamda da araba vardı üstelik, istesemde gidemezdim.  Emniyetin kapısında nöbet tutan  yüzü kar maskeli, gözlerinden genç olduğunu anladığım bir polis bana  geri git gibilerinden işaret yaptı. Gitmem diyerek terslendim. Bu sefer elindeki silahın kabzasına daha bir sıkı yapışarak tehdit eder bir tonla tekrar geri gitmemi söyledi. Artık ok yaydan çıkmıştı. Gözüm bir şey görmez oldu. Çılgın gibi bağırmaya başladım. Bilinçaltımda bir yerlerde küçük bir fren mekanizması  çalışıyor, isteksizce ayağımı bir basıp bir kaldırıyordum pedala, ama benim onu dinleyecek halim yoktu. O an ne olursa olsun asla geriye gitmeyecektim. Polis memuru hiç beklemediği tepkim karşısında şaşaladı, neredeyse nutku tutuldu adamın. Öylece bakakaldı suratıma. Bizim çekişmemizden bir netice çıkmayacağını anlayan karşı arabanın şöförü de indi, koşar adımlarla yanıma geldi. Ben direksiyonda camımı sonuna kadar indirip, hiddetli suratımla kafa tutar biçimde  oturuyordum.  Tipinden çok da haz etmediğim, ama asla ve kat’a tırsmadığım kara sakallı, bıçkın görünümlü gençten  bir adam kontak anantarını tuttuğu elini yumruk yapmış bana doğru savuruyordu. Korkmadım hiç, niye diye sorsanız cevabı yok. Vurabilirdi de bana, zaten benim çılgınca ses tonumdan uyuşup kalmış polis bir ona bir bana bakmaktan başka bir şey yapmıyordu, adamın tüm ezberlerini bozmuştum herhalde.  Ne kadar o vaziyette kaldık hatırlamıyorum, o bana ben ona ağza alınmayacak laflarla hakaretler yağdırıyorduk. Geri gitmek istesem bile gidemeyeceğimi  bağırıp duruyordum arkamdaki arabayı göstererek. Kafamı çevirip baktığımda arkamın bomboş olduğunu gördüm. Adam beklemekten sıkılıp çekip gitmişti herhalde. Küçük bir an mahçup oldum, belki yüzüm de hafifçe kızarmıştı kimbilir. Söylene, söylene çıktığım boşluğa geri girip,  karşımdaki araca yol verdim. Camımı kapatmak üzereyken yüzüme çemkiren şöförün –beynin varsa geri gider yol verirsin dediğini duymuştum. Birbirimize neler dememiştik ki…  Ama bu laf içlerinden  en ağır olanı gibi geldi bana. O keşmekeşten bir an önce uzaklaşıp kendimi vatan caddesinin yan yoluna attığımda acilen müsait bir yerde durup sigara yakmak için tutuşuyordum. Kenara çektim, sigaramdan derin bir nefes alıp üfledim, içimde müthiş bir ağlama fırtınası kopuyordu ama ağlamadım. Sadece sigarayı henüz bırakmamış olduğum için şükrettim o kadar.
Arabayı parkedip hastaneye babamın yanına döndüğümde artık süngüm düşmüş,  süt dökmüş kedi kadar uysaldım. Başım hala ağrıyordu. Babamlar halime acıyıp beni bir doktora gösterdiler. Kendimi oraya kadar bile sürükleyip götürmek meseleydi benim için. Kulak mememde görünen lezyona zona teşhisi konmuş, baş ağrımın sebebi bulunmuştu. Zonayı önceden biliyordum, herkeste bilir ama sanırım kimse kulak memesinde çıktığını duymamıştır. Benim ayrıcalıklı, cins biri olduğum ne zamandır kafamı meşgul edip duruyordu zaten, az önce yaşanan kavgada beyinsiz olduğum da tescil edilmiş oldu. Beynimin eskisi gibi aktif, işlevsel olmamasından şikayet edip durmuyor muydum daha üç gün önce. Durum ortadaydı, sırtımı kamburlaştırıp, omuzlarımı içeri göçerttim iyice, bir an önce görünmez olmak istiyordum çünkü.
Bu kadar kötü hissetmeme rağmen giderken olduğumdan çok daha sakin bir şekilde dönmeyi ve babamları kırıp dökmeden evlerine bırakmayı başardım. Evime gitmek, yatağıma girmek için sabırsızlanıyordum.  Yorganı üzerime çekecek ve orada öylece saatlerce kalacaktım. Yaptım da….
“Premenstruel sendrom” demek çok havalı geldiğinden, izninizle bu ifadeyi kullanmak istiyorum günün ilk yarısındaki deliliklerim için. Peki benim nedenim vardı da, diğerlerinin yani olaya karışan erkeklerin nedeni neydi???
Onların sesini koro halinde duyar gibiyim; SENDEN ÖTÜRÜ !!!
Benden de  onlara nanik; YEMEZLEEEERRRR!!!!

2 yorum:

  1. Hala sigara içiyor olmanın yarattığı sinirliliğin katkısı olabilirmi?
    Nerdeyse online yorum yaptım. Afferim bana.

    YanıtlaSil
  2. şaşırdım ben de:)) tebrikler gerçekten, sigara canımı kurtardı dün ama bugün yine bırakmayı düşünüyorum:)

    YanıtlaSil