28 Kasım 2011 Pazartesi

bekleme koridorları



Hastaneler  kötüdür. En şık, en donanımlı olanı bile moral bozar. Ben genellikle uzak durmaya çalışırım oralardan, ama istemesem de yolum düşer  arada sırada.
Bugün babam için gittik. Şuna kanaat getirdim ki, yaşlı insanlar benden çok daha fazla huzur buluyorlar hastanede, evlerinde olduklarından daha güvende hissettiklerinden olsa gerek.
Babam geçen haftadan beri neredeyse hergün gidip geliyor buraya. Yol uzak, çabuk yorulup, zor yürüyor olmasına rağmen, herseferinde umutla gelip  onca tahlili yaptırıyor, tepeden tırnağa vücudunu taramaya yarayan alet edavatın içine giriyor, kendisini daha önce görmemiş ne kadar doktor varsa herbirine dertlerini sayıp döküyor hiç usanmadan.  Bunu en geç iki sene de bir tekrarlıyor üstelik. Sadece bir umutla; doktorlar , onun ellili yaşlarında olduğu gibi sağlıklı, çevik bir şekilde yürümesini sağlasınlar diye. Yetmişlerinin başına bile dönmeye  razı laf aramızda. Son on yıl içinde kireçlenmeye, bel fıtığına bağlı olarak  dizlerinde hızla ilerleyen dermansızlık nedeniyle yürüyememek,  babam için katlanılması  ne zor bir durum… Ortada değiştirilebilir bir bulgu da yok. Sonuç aynı, yaşa bağlı eskime ve onun geri döndürülemez neticelerini geçici de olsa ortadan kaldırabilcek en ufak umut kırıntısına bile razı babam. Doktorlar sorumsuzca mı diyeyim, yoksa böylesi hasta için daha mı iyi karar veremedim ; beyhude çabalar için sürüklüyorlar babamı hastanelere . Bütün sıkıcı, acı verici sürecin sonunda da, önlerindeki kağıtlara bakıp ,kafalarını bir oraya bir buraya sallayarak vaziyeti bir kez daha özetleyiveriyorlar yüzüne, ama cümlenin sonuna yeni çıkan ilaçları deneme ihtimalini de ekleyerek tabi. Bu süreç onu yorsa da, beklentimin aksine, ümitsizliğe düşmekten öte bir iyilik yaratıyor babamın üzerinde. Kısa süreliğine de olsa yeni umut ışığına tutunuyor sımsıkı. Azıcık bir düzelme görse kendinde, bütün sıkıntıları unutmaya hazır. Bu nasıl bir yaşama azmi allahım ? Hayranım...  Her gelişin ardından ,ona ayrılan zamandan , gösterilen ilgiden mutlu, umutlu ayrılıyor hastaneden. Bense ruhen ve bedenen çökmüş olarak giriyorum babamın koluna. Geleceğimi görür gibiyim. Kastettiğim gelecek çok uzak değil, bu andan sonraki herhangi bir andan bahsediyorum. Bundan hoşlanmasam da, böyle düşünmeme sebep oluyor hastane koridorlarında bekleşen insanlar. Öyle genç ve öyle hasta görünümlü insanlara rastlıyorum ki oralarda.
Beklediğiniz koridor, size o koridorda bekleşen diğer insanların hastalıkları konusunda ipucu verebiliyor, bunun için doktor olmaya gerek yok.  Tomografi merkezinin önüne genç, zayıflıktan kuş kadar kalmış bir kadını getiriyor iriyarı bir adam önündeki tekerlekli sandalyeyi iterek. Kadın adama hiç bakmıyor,ne bir tebessüm, ne bir tanışlık var aralarında, hastabakıcı olmadığı belli, sivil giyimli sağlıklı görünümlü adamın , kadının kocası olabileceğini tahmin ediyorum. İnsan karısı ya da kocası da olsa eğer gelgeç değil önemli bir hastalıkla uğraşıyorsa bedeni,  yalnızlaşıyor bir anda.  Yüzü düşüyor, bakışları önünde beklediği kapının açılıp kapanmasına kilitlenerek orada öylece  beti benzi solmuş bir şekilde duruyor. O bekleyişte arkasında ayakta dikilen adama hiçbir pas yok, tebessüm yok, tamamen kendi derdinde, hem bunlar senin suçun der gibi bir duruş içinde. Adam hiçbir dahli olmadığını bilse de kendisi sağlıklı olduğu için utanır gibi kaçırıyor gözlerini kadından. Oraya buraya bakıyor boş boş, duvardaki yazılara ve resimlere takılıyor gözü. Uzun uzun okuyor, bir şeyle meşgul olma çabasında. Sonra bekleşen diğerlerine gidiyor gözleri. Belki onları kendi karısıyla karşılaştırıyor. Allah kahretsin diyor içinden, en genci benimkisi…Şurada ,üstü başı dağınık, uzun etekli, takoz terlikli, şalvarımsı pijamalı,   yüzü gözü kırışıklık içinde, hem de hayli çirkince, ikibüklüm olmuş oturan yaşlı kadın değil de niye benim gencecik, güzeller güzeli karım? diye düşünüyor.
Hastalıktan olsa gerek, hayli zayıf görünen karısı , belli  ki yatağından kaldırıldığı gibi sandalyeye konup buraya getirilmiş. Kafasının arkasındaki saçlar tepesine yapışmış sürekli yatmaktan. Sağlıklı günlerinde olsa asla taramadan insan içine  çıkmayacağı saçları kısa kesilmiş, kızıla çalar renkte. Üzerinde yeni giydirildiği besbelli , bebek pembesi bir pijama, ayaklarında dizkapağına kadar çekilmiş bembeyaz çoraplar… Ayağına geçirilmiş temiz bir terlikle neticelenen bacakları zayıflıktan küçük kız bacağı gibi sandalyenin ayak basma yerlerinde sağa sola devriliyor sürekli. Hala kendini salmamaya gayret  gösterebildiği  vücudundaki  tek yer, dimdik duran başı. Kasları ve kemikleri zayıflıktan belirginleşmiş ip gibi incelmiş boynunun üzerinde , ciddi, metanetli görünmeye çalışan, kimseyle gözgöze gelmeyen bir kadın kafası dikiliyor yukarı doğru. Neye ya da kimeyse, kafa tutar gibi. Bu işin bir an önce bitmesini ister gibi… Belki de kendi üzerinde toplanan acıma dolu bakışlardan kurtulup, nicedir küstüğü dış dünyaya  kapısını kapatarak yatağına uzanacak. Ama farkında değil bu koridorda herkes birbirine sadece bir anlık süre için, o da sırada benim önümde mi, arkamda mı diye öğrenmek için bakıyor, kimsenin kimseye acıyacak hali yok burada.
Onu izlerken  bu bakışta bir tanıdıklık hissediyorum. Daha önce bu kadını nerede gördüm  ben? Düşünüyorum, düşünüyorum…Annem geliyor aklıma birden. O an kadının anneme ne kadar da benzediğini farkediyorum. Benzerlik fiziki olmaktan öte, tamamen duruşta.  Benzer koridorlardan birinde ben annemi böyle sandalye üzerinde, dünyaya kendini kapamış , ızdırabına dönmüş beklerken gördüğümün üzerinden kaç yıl geçti? Çok, çok fazla. Annem de bu kadın kadar genç miydi? Çok gencti elbet. Onun bu bakışını yakaladığımda şimdiki gibi gündüz değil geceydi üstelik. Ya da gündüzdü de, röntgen çekim merkezi yerin üç kat altında olduğu için gece ile gündüz ayırt edilemediğinden, ben kafamda o anı geceye yakıştırmıştım? Annemle kısacık bir an gözgöze geldiğimizde ne bir soru vardı gözlerinde, ne de bir cevap veriyordu bakışlarımla ilettiğim soruya. Tek gördüğüm ne kadar yalnız olduğuydu ve içimi en çok acıtan, bu durumdan ne kadar da  haberdar olduğuydu.
O kısacık benzerlik anını yakaladığımda  üç gerçek bir kez daha dank etti beynime;
-Bu sandalye de ben de bir gün oturuyor olabilirim.
-Bu koridorlarda aynı hastalığa sahip olanlar tipleri ne kadar farklı olurlarsa olsunlar gördüğümüz duruşlarıyla birbirlerine benzerler.
-En yalnız olduğumuz anların ilkidir bu koridorlarda tekerlekli sandalyeye oturduğumuz anlar.
Ha, bir şey daha var;
-YAŞILIK KÖTÜ, ÇOK KÖTÜ BİR ŞEYDİR !!!!

4 yorum:

  1. elınıze saglık buket hanım...doktor aılesınden bırı olarak o korıdorlar genelde benım ıcın babamın abımın kuzenımın ıs yerıdır..guzel anlatım.devam edın..ızlıyoruz..

    YanıtlaSil
  2. hep de öyle kalmasını umarım, sevgiler...

    YanıtlaSil