25 Kasım 2013 Pazartesi

kızlı , erkekli





-Hoşgeldiniz! Bizi seçtiğiniz için ne kadar mutlu olduğumuzu anlatamam. Burada çok rahat edeceğinizi umuyorum. Bu kadar yükü boşuna taşımışsınız. Tüm ihtiyaçlarınızı biz karşılayacağız. İsterseniz o valizi verin de sizin adınıza saklayalım. Mazallah, bir memnuniyetsizlik olur da, vaktinden önce ayrılırsanız bilin ki  emanetiniz bizde. Şimdi görevli arkadaş size odanızı göstersin de, yerleşip bir güzel dinlenin. Malum yarın yeni ve zorlu bir gün bekliyor sizi.

Sağlı sollu kapıların bulunduğu koridor boyunca , yanımdaki görevli eşliğinde ilerledim. İçerisi sandal ağacı kokuyordu, bayılırım bu kokuya. Özenle düşünülmüştü her şey. Duvarda ki şık yağlı boya tablolardan gözümü alamıyordum. Yürürken lastik pabuçlarımın , granit taş üzerinde çıkardığı gıcırtılı sesten çok utanmıştım. Öyle sessizdi ki ortalık; sanırım dinlenme vakitlerinde bunu korumaya özel önem gösteriyordu herkes.

Küçük el valizimi  bana taşıtmayıp, yanımda  uygun adım yürüyen üniformalı genç adam, koridorun sonunda bir kapının önünde durdu. Çıkışa bu kadar uzak olmasaydım iyiydi diye geçirdim içimden. Ah şu babamın benim için kaygıları yok mu, ah! İlla en iyisi, en güzeli, en rahatı olacak diye tutturdu. Hepsi aynı bana göre, kötüsü yok ki zaten.

Odadan içeriye adımımı attığım an, bir çığlık koptu. Koridor boyunca yankılandı ses. Boş bulunup yerimden zıpladım. Sonra da uçarcasına üzerime atlayıp boynuma sımsıkı sarıldı çığlığın sahibi. 

-Saatlerdir seni bekliyorum. Öyle heyecanlıyım ki. Korkuttuysam kusura bakma. Azıcık çılgınımdır da. E ne diye dikiliyorsun ayakta. Hadi otur şuraya da  bana kendinden bahset. Tanışmak için öyle sabırsızlanıyorum ki. 

Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışıp;-ben Buket...diyebildim.

Ne güzel değil mi? Eğer bundan 35 yıl önce ailemden ilk defa uzak kaldığım yurt hayatıma böyle bir başlangıç yapmış olsaydım, belki  bugün çok başka biri olabilirdim . 

Kredi yurtlar kurumunun benim için böyle bir yer ayarlamış olmasını beklemek çok safdillik olurdu elbet. Sanki kasıt yapar gibi okulumla çok farklı siyasi görüşe sahip bir mahalle ve yurt uygun görmüştü bana. Kızlı erkekli karışık bir yurt...Bugün yurtlar hakkındaki konuşulanlara bakınca yine de sevindirici bir durum.

Babam yurdun ana kapısından içeri beni yolcu ettikten sonra, evraklarımı teslim edip yatacağım odayı bulmak için  idareye uğramam gerekiyordu. Hava kararmıştı. Suratının nuru sönmüş şişman kadın, keçeleşmiş bir battaniye, yıkanmaktan rengi sararmış nevresim takımı, üzeri lekelerle kaplı pamukları topak topak olmuş bir yastığı zimmetli olarak bana verdi.  Üst üste konmuş yatak takımım bir kolumda, diğer elimle ağır valizimi sürükleyerek odamın yolunu tuttum. Tepedeki floresanlar göz kırpar gibi yanıp sönüyordu. Ayakkabı tabanlarımın yere her vurduğunda çıkardığı tok ses, kara taş kaplı koridor boyunca yankılanıyordu. 

Hatırladığımda içimi sıkıntı kaplayan bu anım, rahatlıkla korku filmlerinden birinde etkileyici bir sahne olarak kullanılabilir.

Oda numaramı bulup içeri girdiğimde, gördüğüm manzara karşısında ağlamaklı olmuştum. Yaklaşık 15 m2'lik oda da dört yatak, her yatağın başında da birer çelik dolap vardı. Yataklar boştu. Ben herkesten önce gelmiştim anlaşılan. Bir kişiye bile razıydım o an, öyle yalnız ve kimsesiz hissettim ki.

Valizimde ki giysileri, alelacele tozunu aldığım dolaba yerleştirdim. Üstümü başımı çıkarıp, pijamalarımı giyecek iken kapı ardına kadar açıldı. Yarı çıplak kaldım öylece.3 kız gözünü dikmiş bana bakıyorlardı. Kısa bir süre süzdükten sonra içlerinden iri yarı olanı, bana doğru yaklaşıp -hoş geldin! dedi. Sonra da arkasında duran diğer ikisiyle birlikte yanı başımdaki  boş yatağa oturup sorgulamaya  başladılar. Nerelisin? Nereden geldin? Neden bu okulu seçtin? Kaçıncı sınıftasın? Ben bir yandan soruları cevaplayıp, diğer yandan da ellerinde tuttukları katlanmış gazetenin adını okumaya çalışıyordum. 

Onların benim hakkımda olduğu gibi, benim de onlar hakkında ön yargılarım vardı. İlerleyen zamanlarda beni tanıdıkça ;  ilk geldikleri günden itibaren sürekli beni ölçüp biçtiklerini, zararsız olduğuma kanaat getirdiklerinde de arkadaşlarına bana dokunmamalarını tembih ettiklerini söylediler.

Paçayı iyi kurtarmıştım. O yurtta kaldığım bir yıl boyunca yolda dayak yeyip gelen  öyle çok kız gördüm ki...

Talihin garip bir tecellisi olsa gerek; bu seferde geçen yıl oğlum Ankara'ya okumaya gitti. Ortamı tanısın, arkadaş edinsin diye onu  okulun kampüsündeki yurda yerleştirdik. Burada ne benim kaldığım yurt da olduğu gibi farklı siyasi görüşte olanlar vardı, ne de iptidai koşullar. Yine de zor dayandı bir yıl. Okul kapanmadan geçen Mayıs başında Ankara'ya yollanıp, bir ev tutmaya karar verdik. İki gün içinde okula çok yakın bir yerde, nezih bir binada 1+1 kutu gibi ev tutmuş, tüm eşyalarını aynı gün içinde almış, temizliğini yapıp yerleştirmiştik bizim oğlanı. Ertesi gün su, elektrik sözleşmeleri halledildi. Marketten aldığımız yiyeceklerle dolabı dolduruldu ve biz gece dönüş yoluna koyulduk.

Şu an Ankara'da ikinci senesi. Mesut bahtiyar olduğuna inanmak istediğim oğlumun bana göre derslerine çalışmaktan başka bir sorunu yok. Ona göre ise ev ile okul arasında her gün yürümek zorunda kaldığı 40 dakikalık yolu , keşke arabasıyla kat etmiş olsa, ne iyi olurmuş... 

İnsan, yeterince yaşayıp, bir çok şeyi gördükten sonra ister istemez karşılaştırma yapıyor. Ben de kendi öğrencilik yıllarımla , oğlumun yaşadığı dönem arasında karşılaştırma yapıyorum . 

Benim zamanımda insanlar, daha çok gençler sağcı, solcu, orta yolcu diye ayrılırdı.

Şimdi laik-dinci diye ayırdılar .Yetmedi ,  türk-kürt-alevi-sünni diyerek alt türevler eklediler.
O da yetmedi kızlı-erkekli ayrımını kondurdular,  kaymaklı ekmek kadayıfı gibi.

Düşünüyorum da hayat benim zamanımda daha sade ve basitti. Şimdi öyle mi? O kadar çok seçenek sunuyorlar ki adama, birini seçsen diğeri mutsuz , seçmesen sen mutsuz...Zor, çok zor bu devirde adam olmak.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder