6 Ekim 2010 Çarşamba

zaman


Uzun zamandır bekliyorum...

Bugün de diğer günler gibi saat tam 6’da uyandım. Doğruca mutfağa gidip çay suyunu koydum. Suyun kaynamasını beklerken televizyonu açıp haberlere baktım, her sabah aynı haberler. Değişen tek şey spiker kızın kıyafeti ile makyajı, erkek spikerlerinse tüm kıyafetleri birbirine benziyor.

Her sabah yaptığım gibi dolaptan peynir ve reçel çıkarttım. Reçel olmayınca bal koyuyorum, bal da olmazsa tahin pekmez hazırlıyorum çabucak. Suyun kaynadığını gösterir mavi ışık yanınca çayı demledim. Sonra gidip, kapı koluna sıkıştırılmış gazeteyi aldım. Saat 6.32. Kapıcı, Pazar günleri hariç haftanın her günü saat tam 6.3o’da kapıya gazete ve ekmek bırakıp gidiyor.

Çayın demlenmesini beklerken gazeteyi karıştırdım. Eskiden her haberi en ince ayrıntısına kadar okur, sevdiğim köşe yazarlarının görüşlerini merak ederdim. Şimdi ise çok az vakit ayırıyorum. Çünkü, genellikle ilk sayfada aynı kişilerin farklı olaylarından bahsediliyor , üçüncü sayfada ise tam tersi; farklı kişiler, aynı olaylar. Köşe yazarlarınınsa sadece resimlerine bakıyorum. Bazen bu resimler yok oluyor, yerine başka resimler konuyor, o zaman ön sayfayı daha dikkatli okuyorum. Kişiler aynı, olaylar farklı ise üstünde durmuyorum, kişiler değişmişse heyecanlanıyorum ve bekliyorum.

Kahvaltı yaklaşık 25 dakika sürdü. Televizyonu kapatıp, gazeteyi katladıktan sonra holdeki gazeteliğe koyup yatak odasına geçtim. Karışık yatağımın örtüsünü düzeltip, çalışma masamın başına oturdum ve masa lambamı açtım. Bilgisayarın kapağını kaldırınca ışıkları yandı. Şifre kutusuna şifremi yazıp ekranın açılmasını bekledim. Ekranda kocaman bir balıkçı teknesi belirdi. Direklerinde bir sürü Türk bayrağı olan kırmızı bir tekne. İçinde insanlar var, hepsi uzakta bir yere ya da bir şeye bakıyorlar. Neye baktıklarını bilmiyorum. Bu resmi çektiğim günü hatırlıyorum. Pazar günüydü ve hava sonbahar olmasına rağmen çok sıcaktı. Yaz bitmeden arkadaşlarla son bir kez adaya gitmek istemiştik. O gün çok fazla içmiştim. Sarhoş olma planım olduğu için ilk bardağı aç karnına, bir yudumda kafaya dikmiştim. Üçüncü bardağı elime aldığımda rakı etkisini göstermeye başlamıştı. Dördüncüde ağırdan almıştım. İlk üç bardakta hava aydınlıktı, sonuncuda ise karanlık. Günün aydınlıktan karanlığa nasıl geçtiğini hatırlamıyorum. Bu resmi de hava aydınlıkken, teknenin kırmızısı beni cezp ettiği için çekmiştim. Resmi bilgisayara aktarıp büyütünce, insanların hep birlikte bir yere baktıklarını fark ettim. Bizim oturduğumuz sahilin arkalarında bir yere dönüktü yüzleri. Hava karardığında sarhoş kafayla sağımda, solumda, arkamda ne varsa çekmiştim. Tüm resimleri uzun, uzun inceledim. Ancak hepsi de kafam gibi bulanıktı. Balıkçıların baktıkları her ne ise o an’da kalmıştı ve o an akıp gitmişti.

Hiçbir şey yapmadan ekrandaki görüntüye bakmaya devam ettim. Alttaki dijital saat
08.00’ı gösteriyordu. Zaman istisnai günler hariç, her gün aynı hızda akıyordu. Daha yavaş olmalıydım.

Yatak odam, gün ışığıyla iyice aydınlanınca masa lambamı kapattım. Beyaz bir word sayfası açtım ve parmaklarımı klavyenin üzerine yerleştirerek yazdım.
“tekne için zaman durdu, benim içinse hareket etmeye devam ediyor, ta ki ben tamamen duruncaya kadar…”

Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında; yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında…
Ahmet Hamdi Tanpınar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder